16 Şubat 2011 Çarşamba

BEYOĞLU KORUMA İMAR PLANI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

BEYOĞLU KORUMA İMAR PLANI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Zeynep Ahunbay

Kuruluşu İmparator Konstantin dönemine kadar giden Galata, Tarihi Yarımada’nın karşısındaki özel konumu, sahip olduğu önemli anıtlar, sokak dokusu, dini, ticari, kültürel yapıları, konutları ve çeşmeleri ile Doğu Akdeniz’in seçkin yereleşmeleri arasında yer almaktadır. 15. yüzyıldan itibaren Galata Surları dışında gelişen Beyoğlu yerleşmesi ise, bir yandan Boğaza, diğer yandan Haliç’e açılan yamaçlarına yerleşen mahalleleri, yabançı elçiliklerin prestijli sarayları, dini, ticari, eğitim, sağlık, eğlence, askeri yapılarıyla zengin bir kültür varlığı birikimine sahiptir. Bu alan sunduğu üst düzey eğitim, çalışma, alışveriş, kültür-dinlence ortamıyla tüm İstanbul ve yöredeki yabancı konuklar için çok renkli, vazgeçilmez bir çekim noktasıdır.

Surlarının büyük bir bölümü 19. yüzyılda yıkılarak ortadan kaldırılsa da, Galata’da Ortaçağ kenti sınırları ve kent dokusu belirgin bir durumdadır. Bu yerleşmeyi oluşturan çoğu 19. yüzyıla tarihlenen konutlar, hanlar, oteller, kent ve mimarlık tarihi açısından önem taşımaktadır. Yerleşme içinde kuruluşları Ortaçağ’a giden manastır, kilise ve benzeri tesislerin de geçmişe ilişkin önemli röper ve bilgi kaynakları olarak değerlendirilmeleri söz konusudur. 16. yüzyıldan başlayarak yöreye yerleşen yabancı misyon sarayları, geniş bahçeleri ve özenli yapılarıyla Pera bölgesine değer katmaktadırlar. Camiler, kiliseler, hastahaneler, yabancı misyon okulları, hamamlar, çeşmeler, çeşitli üsluplarda yapılmış apartmanlar bu bölgenin sahip olduğu kültür değerleri arasında önemli bir yer tutmaktadır.

Galata ve Beyoğlu 1993 yılında kentsel sit olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Bu kararın devamında , alanın korunmasına yönelik olarak hazırlanan imar planı ise, konunun üzerine eğilinmemesi nedeniyle, tescil kararından 17 yıl gibi uzun bir süre sonra geliştirilebilmiştir. Bunca bekledikten sonra ortaya konulan plan acaba korumaya yönelik beklentileri karşılamakta mıdır? Bu soruyu yanıtlamak için plan incelendiğinde, koruma ilkelerine uymayan, ayrılan noktalar bulunduğu saptanmıştır. Bu yazıyla Planla ilgili gözlem ve düşüncelerimizi kamuoyuna sunmak ve tartışmaya açmak istiyoruz.

Galata ve Beyoğlu’nda neyi korumak istiyoruz? Yaşadığımız tarihi ortamın anlamı, önemi nedir? Dokunun hangi özellikleri korunmalıdır? gibi soruların karşılığını almak için bakıldığında, yapılan Planın üzerine oturduğu değer yargıları ve koruma araçları daha iyi anlaşılmaktadır.

Tarihi kentleri korumanın temel ilkeleri genel olarak koruma yasaları ve tüzüklerle tanımlanmıştır. Tarihi dokuların korunması çok disiplinli çalışmalar ve özenli yaklaşımlarla yürütülür. Galata ve Beyoğlu koruma planları da ayrıntılı araştırma ve tartışma sonucu gelişmesi beklenen zorlu çalışmalardır. Uzun bir geçmişe sahip olan alandaki kültür varlıklarının saptanması, 1/1000 ölçekli planlara işlenmesi, tescilli olmayanların tescil edilmesi uzun çalışmalar gerektirmiştir. Bunların yapılması sırasında yoğun emek harcanmış ve uzmanlıklardan yararlanılmış olmalıdır. Mevcut kültür varlıklarının değerlerinin tanımlanması ve nasıl korunacaklarının belirlenmesi de birçok uzmanın katılımıyla, kapsamlı çalışmalar sonunda ortaya konulması gereken karmaşık sorunlardır. Galata tarihi katmanları çok araştırılmamış bir alandır. Yerüstü zenginlikleri konusundaki tesbitlerin de daha fazla ayrıntılandırılarak irdelenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak Beyoğlu planlama sürecinde üniversitelerin ne kadar katkısı alınmıştır bilemiyoruz. Koruma kararlarının tartışılması için en azından bölgede bulunan yüksek öğretim kurumlarının şehircilik ve koruma dallarından gelen uzmanlar, meslek odaları ve yöre STKlarıyla bir platform oluşturulması arzu edilirdi; böylece düşünceler tartışılır, daha verimli sonuçlar elde edilebilirdi.

Ne yazık ki plan yukarıda dile getirilen beklentileri tam olarak karşılamamaktadır. Olmadık şeyler önerilmiştir yer yer. Bunlardan biri Kabataş kıyısında tranfer merkezi olarak adlandırılan bir deniz ulaşımı istasyonudur. Deniz metrelerce doldurularak veya kazıklar üzerinde Boğaza doğru çıkan bir platform yapılmak istenmektedir. Boğaz’ın, olağanüstü güzel doğal çizgilerine saygı göstermeyen, kaba bir müdahaleyle Boğaz kıyı çizgisi değiştirilmek istenmektedir. Doğal yapıya uymayan ve onunla uzlaşmayan bu rahatsız edici projeyi benimsemek olanaksızdır.

Galata ve Beyoğlu bölgesinin sit olarak tescilinin 1990’lı yıllara kadar gerçekleşmemesi, 1950’lerden başlayarak birçok yüksek katlı , iri kütleli binanın tarihi doku içinde yer almasına, ölçek ve görüntü olarak değişikliklere yol açmıştır. Bu nedenle Galata-Beyoğlu siluetinde gözü tırmalayan sivrilikler bulunmaktadır. İBB Başkanı N. Dalan döneminde yapılan Perşembe Pazarı yıkımlarının ardından iyileştirici bir dokunuş getirilmediğinden, siluet yarı yıkık binalarıyla, gelişigüzel haliyle ortada kalmıştır. Plandan beklenen, var olan değerlerin sürdürülmesini sağlayacak koşulları tanımlamasıdır. Mevcut yeşil alanların, açık alanların yapılaşmaya açılmaması bu koşullardan biridir. Ancak Planda bu yeşil alanlarla ilgili hiçbir karar yer almamaktadır.

Planın rahatsız edici yönlerinden biri, bir bütünlük arzetmemesi, bir tarafta turizm alanı, diğer yanda yenileme alanı lejantlarıyla içiçe geçmiş, dikenli tellerle ayrılmış alanlardan oluşmasıdır. Aslında koruma planlarında bir bütünlük olmalıdır. Yıllardır yıkıntı ve çöplük olarak duran, çevreyle bütünleşemeyen Park Otel ne olacaktır? Galataport alanı için düşünülen koruma önerileri nelerdir? Yenileme ve turizm alanlarında hangi ilkeye göre hareket edileceği belirsizdir. Aynı kent dokusu içinde farklı statüde alanlar yaratılması, daha baştan korumanın başarısını sabote eden bir durumdur.

Bugün çeşitli baskılar altında bulunan İstanbul’da ulaşım sorunları, yapılaşma baskısı tarihi alanları değişmeye zorlamaktadır. Artan trafik nedeniyle yollar genişletilmek istenmekte, daha yüksek yapılara imkan tanınarak, tarihi merkezin değerli arazisinden maksimum kazanç sağlanmaya yönelinmektedir. Oysa yörede yaşayan insanlar, huzurlu bir ortam istemekte, yaşam çevrelerinin trafik gürütüsü ile rahatsız edilmesini istememektedirler. Şu anda boş, açık olan sınırlı sayıdaki alan, yoğun dokulu Beyoğlu ve Galata’da yaşayanlara ferah köşeler sunmaktadır. Onları da yapılarla doldurmak, yoğunluğu arttırmak çevreyi nefes alınamaz bir hale getirecektir.

Zaman birçok şeyi alıp götürmekte, yok olan yapılarla birlikte tarihi çevreye ait izler de hafızalardan silinmektedir. Hızla dönüşen kentlerde yitirilenleri geri getirmek olanaksızdır. O nedenle çevre değerlerine sahip çıkmak ve onları yerinde tutmak için çaba göstermek gerekir. 19. yüzyıldaki yangınlar, 20. yüzyıldaki imar hareketleri Galata ve Beyoğlu’nda ciddi tahribat yaratmıştır. Geçmişe dönerek gidenleri geri getirmek olanaksızdır; bu nedenle 1950’lerde ve daha öncesinde ortadan kalkan bazı eserleri yeniden yapmaya girişmek pek kolay ve mümkün görünmemektedir. Yol açmak için doku kesildiğinde, ya sınır geriye çekilerek farklı gabaride, farklı kütlelere sahip yeni bir çevre oluşmuştur, ya da yanan, yıkılan evlerin, köşklerin bahçelerine yeni bir tasarım, düzen getirilmiştir. Yıkılmış, yanmış eserlerin yeniden yapılması ancak haklarında yeterli veri varsa, ve gerçekten o eserler kentlinin belleğinde yer etmiş, vazgeçilmez yapılarsa söz konusu olabilir. Cihangir’den Tophane’ye inen Defterdar yokuşu üzerindeki Mimar Sinan eseri Defterdar Camii 1912 Cihangir yangınından sonra uzun süre harap bir halde kaldıktan sonra onarılmıştır. Burada duvarlar mevcut, eski resimler bulunduğu halde yapılan onarım eski eser görünümlü kötü bir uygulamadan öteye gidememiştir. Eğer eserleri yanmadan, yıkılmadan koruyabilirsek, onlardan yapıldıkları dönem ve sanatı hakkında çok şey öğrenebiliriz. Yeniden yapılmış bir eser ise fakir bir kopyadır; eğer bir kentsel boşluğu anlamlı bir şekilde dolduruyor ve kompozisyonu tamamlıyorsa kabul edilebilir ancak ne tasarımı yapan sanatçının izini taşır, ne de döneminin sanatkarının işçiliğini yansıtır.

Yıkılmış yok olmuş eserleri geri getirmek adına yapılan çalışmalar olağanüstü çaba ve çok özen gerektirmektedir. Bu istek ve azim savaş sonrası yeniden normal yaşama dönen Bosna ve Kosova’da anlamlı olmuştur. Toplum kaybettiği simgeleri, değerleri, tam olarak geri getiremese de, sevdiği bağlandığı yapıların suretlerini oluşturmayı, boşluklarına bakarak acılı günlere dönmeye tercih etmiş; bu yönde çaba göstermiştir. Ancak İstanbul’da durum farklıdır ve yeniden yapım çabalarının değerlendirilmesi de oldukça farklıdır.

Planın önerdiği ancak yeniden yapımın mumkün olamayacağı yerler bulunmaktadır. Örneğin Planda Kazancı Yokuşu üzerinde bulunan Namık Kemal İlkokulu’nun bahçesine Selime Hatun Camii adında bir cami yerleştirilmiştir. Kılıç Ali Paşa’nın eşi olan Selime Hatun’un Fındıklı deresinde bir camisi olduğu İstanbul Camileriyle ilgili Hadikat-ül Cevami’de belirtilmiştir. 1926 tarihli Pervititch haritalarında da belirtilen yerde bir cami kalıntısı olduğuna dair not bulunmamaktadır. T. Öz, 20. yüzyılda yaptığı tesbitte, bu caminin yok olduğunu belirtmiştir; bugün de okulun bahçesinde camiye ait, görünen bir iz bulunmamaktadır. Sonuç olarak, en az 85 yıldır böyle bir cami yaşam çevremizde yoktur. Çocukların koşup oynayacağı okulun bahçesine, bir cami yapılmasını önermek koruma ile ilgili bir konu değildir; koruma planında bu tür yeni yapılaşmaların yer almaması gerekir. Zamanla çevre değişmiş, toplumun gereksinimlerine uyarak yeni bir düzen oluşturulmuştur; var olan izlerin korunmasına çalışmak bilimsel bir çabadır ancak yeri dahi belirsiz olan eserleri yeniden inşa etmek koruma ilkelerinden uzak bir tutumdur.

Plan içinde bugün yok olan ve yeniden yapılması önerilen başka yapılar da bulunmaktadır. Bunlardan biri Molla Çelebi sıbyan mektebidir. Fındıklı’da Molla Çelebi Camii’nin kuzey yönüne, bitişiğine konumlandırılan sıbyan mektebi de 1926 tarihli Pervititch haritalarında belirtilen yerde değildir. Yerinin doğru olmadığı bir yana, bu eserle ilgili adından başka bir bilginin bulunduğu da kuşkuludur.

Dolmabahçe Camii’nin kuzeyindeki açık alan günümüzde çeşitli etkinliklerin yapıldığı, kent yaşamı için çok değerli bir yerdir. Planda burada cami görevlileri için bir meşruta önerilmiştir. Bu öneri de kabul edilmesi zor bir yeniden yapım konusudur. Halkın kıyıya ulaştığı, Dolmabahçe Sarayı girişine hazırlık anlamında önemli bir protokol mekanı olan meydanın daraltılması uygun değildir. Ayrıca Dolmabahçe Camii gibi özgün bir sanat eserinin yanına sahte bir tarihi eser inşa edilmesi, genelde Dolmabahçe kompleksinin değerini düşüren bir müdahale olacaktır.

Dolmabahçe Camii’nin karşısındaki alanda yer alan Mehmet Emin Ağa külliyesinden günümüze geriye çekilerek yeniden inşa edilen sebil ve türbe kalmıştır. Yol genişletilirken sıbyan mektebi korumaya değer görülmeyerek, belki de taşıma işleminin zorluğu nedeniyle yıkıma terk edilmiştir. Hazırlanan Plana bakıldığında mektebin yerinde bir tekkenin yükseldiği gözlenmektedir. 1950’lerde yol geçirilirken burada bulunan değerli eserlerin yıkılmış olması önemli bir kayıptır, ancak tekrar yapılmaları gerekir mi, sorusu yine aklımıza takılmaktadır. Bizim için özgün eserler, bir çevreyi bütünleyen eserler değerlidir. Kanımızca buradaki kentsel değişimi de kabul etmek, yeniden yapımlarla uğraşmamak daha doğru olacaktır.

Planda en çok yeniden yapım/ ihya önerisi camiler konusundadır. Perşembe Pazarında harap durumda olan ve T. Öz’e göre ‘arsasına tamah edilerek’ yıkılan Yeni Cami bu örneklerden biridir. Yerinde halen dükkanlar bulunan bu alanın açılması ve kazı yapılması belki tarihi eserin temelleri hakkında bilgi verebilir ancak yeniden yapım için daha fazla veriye gerek duyulacaktır. Acaba burada camiye ihtiyaç var mıdır? Ayrıca, T. Öz bu caminin bir kilisenin yerine yapıldığını belirtmiştir. Kazıda kilisenin temelleri ortaya çıkarsa, nasıl karar verilecektir? Hangi kültürün izlerini korumak gerekir? Kilise daha eski olduğuna göre, tercih ona mı yönelmelidir?

Planda getirilen ilginç bir öneri de Arap Camii’nin güneyinde, Haliçe doğru bir park alanı yaratılmasıdır. Mevcut durumda burada bulunan yapı adaları, yörenin küçük parçalı dokusunu yansıtmaktadır. Çağdaş koruma ilkelerine göre, anıtların çevrelerindeki yapı adalarının kaldırılması, böylece anıtın çevresinin açılması kabul görmemektedir. Çünkü tarihi kentlerde anıtsal ve sivil mimari yanyana, farklı ölçeklerde gelişmiştir. Anıtları çevrelerindeki dokuyla birlikte korumak esastır. Şu anda Arap Camii’nin çevresindeki adalarda, ölçek dışı, yer yer yükselmiş kütleler olsa da , yerleşme genelinde ada boyutları ve parselasyon korunmuştur. Plancı belki yöredeki tescilli yapı sayısının azlığına bakarak böyle bir öneri sunmuş olabilir, çünkü park yapılmak istenen adalarda sadece iki tescilli yapı bulunmaktadır. Yıkım yapılırsa, oluşacak park içinde, çevresinden yalıtılmış, kopuk bir durumda kalacak olan bu iki yapı, sağır yan duvarları ile çok anlamsız duracak; park savaştan çıkmış bir alan gibi görünecektir. “Acaba gerçekten bu adalardaki tescile değer yapılar iki tane midir? “ diyerek yerinde yaptığımız incelemede, yıkılmak istenen kuzeybatı adada mermer sütunlu ve korint başlıklı taşıyıcıları olan tonoz örtülü bir dükkanın varlığını saptadık. Adalar daha ayrıntılı incelendiğinde belki henüz tescil edilmemiş başka kültür varlıkları da belirlenecektir. Burada altını çizmek istediğimiz tarihi kent dokusundan yapı adası kaldırarak yeşil alan üretmek gibi radikal bir müdahalenin bu planda yer almamasına özen gösterilmesidir.

Koruma İmar Planı kent dokusunun korunması için yapılan bir çalışmadır. Galata ve Beyoğlu’nda topoğrafya dolayısıyla merdivenli sokaklar önemli bir yer tutmaktadır. Plan genel olarak merdivenli sokakları korumuştur. Bu ilkeye uymayan bir öneri Tarık Zafer Tunaya Sokağı’nın doğuya Kabataş’a doğru inen devamında yer almaktadır. Hacı İzzet Paşa merdivenleri trafiğe açılmak üzere, 8 m olacak şekilde genişletilmek istenmektedir. Merdivenli geçitin araç yoluna dönüşümü sırasında sokağın kuzey yanında bulunan tescilli tarihi eser statüsündeki Çam Apartmanı’nın tarihi duvarının yıkılması, güzel girişinin parçalanması söz konusudur. Çevrede oturanların ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanan mahalle içi yollarını, Taksim-Kabataş bağlantısına kolaylık sağlayacak transit trafiğine eklemlemek; bu amaçla tarihi eserleri kesip biçmek, yaşayanları huzursuz etmek, koruma imar planının “koruyucu” olmak durumundaki yaklaşımı ile bağdaşmamaktadır.

Uygun olmayan bir başka müdahale de bazı adalarda konutların arka bahçelerinin kamuya açık park haline getirilmesidir. Çok çarpıcı bir örnek İnönü Caddesi üzerindeki Gümüssuyu Palas apatmanıdır. Art Nouveau uslubundaki bu tarihi binanın kendine ait özel bahçesi elinden alınmak istenmektedir. Oysa kentsel korumada evler ve onlara ait açık alanlar birlikte korunur. Çünkü tarihi dokunun açık alanları da önemlidir; yaşam biçiminin izlerini korumak, binalarla birlikte düşünülen ve planlanan düzene saygı göstermek, onu sürdürmek gerekir.

Umarız Galata ve Beyoğlu halkının Koruma İmar Planına karşı dile getirdikleri itirazlar kent yönetimince dikkate alınır ve bu önemli alanın çağdaş koruma ilkeleri çerçevesinde bakım onarımının sağlanması, daha yaşanır bir çevre olarak geliştirilmesi yönünde adımlar atılabilir. Kentli ile yönetim arasındaki diyalog kesilmemeli, yöre halkı, uzmanlar birlikte çalışarak uzun erimli, yapıcı çözümler üretmelidir.








Not:
Ekte tarihi kentlerin ve kentsel alanların korunması ile ilgili ICOMOS Tüzüğü’nü sunuyorum. Durumumuzu değerlendirmek için kullanılabilecek olan temel verilerden biri olan bu belgeye ne kadar uyulduğuna bakılabilir.


TARİHİ KENTLERİN VE KENTSEL ALANLARIN KORUNMASI TÜZÜĞÜ

(Washington Tüzüğü – 1987)

Ekim 1987’de Washington’da yapılan ICOMOS Genel Kurulunda kabul edilmiştir


GİRİŞ VE TANIMLAR

İster zamanla yavaş yavaş gelişmiş, ister özel olarak bir araya getirilmiş olsun, kentlerde yaşayanlar, toplumların tarih boyunca sahip oldukları çeşitliliğin bir ifadesidir.

Bu tüzük küçük veya büyük tarihi kentsel alanlarla ilgilidir; kentleri ve tarihi merkezleri saran doğal ve insan yapısı çevreyi de kapsamaktadır. Bu alanlar tarihi belge olma özelliklerinin yanı sıra, geleneksel kent kültürüne ait değerleri de barındırırlar. Endüstrileşmeyi izleyen kentsel değişimlerin etkisiyle günümüz dünyasında tarihi kentler ve kentsel alanlar tehdit altındadır; ihmal edilmekte, harap olmakta, hatta yok edilmektedirler.

Kültürel, sosyal ve hatta ekonomik kayıplara neden olan, ve geri dönüşü olmayan bu durum karşısında ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Venedik Tüzüğü’nü tamamlamak üzere, tarihi kentler ve alanlara ilgili bir uluslararası tüzük hazırlamayı gerekli görmüştür. Bu tüzükle tarihi kentlerin ve alanların korunması ile ilgili ilkeler, hedefler ve yöntemler tanımlanmaktadır. Tüzük tarihi kent ve bölgelerdeki özel ve kamusal yaşam alanları arasında uyum sağlamayı ve bu alanlarda mütevazi boyutlarda da olsa, var olan ve insanlığın belleğini oluşturan kültürel değerlerin korunmasını desteklemeyi hedeflemektedir.

UNESCO’nun “ Tarihi Alanların Korunması ve Çağdaş Rolü konusunda Tavsiye” (Varşova-Nairobi 1976) kararında ve başka birçok uluslararası belgede ortaya konulduğu gibi, “tarihi kent ve kentsel alanların korunması” deyimi tarihi kent ve kentsel alanların yasal koruma altına alınması, bakımı ve restorasyonu için gerekli adımların yanı sıra, geliştirilmeleri ve çağdaş yaşama katılmaları için gerekli uyarlamaları da kapsamaktadır.

İLKELER VE HEDEFLER

1. Etkili olabilmek için, tarihi kentlerin ve diğer tarihi kentsel alanların korunması tutarlı ekonomik ve sosyal gelişme politikalarının ve her düzeydeki kent ve bölge planlamanın ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
2. Korunması istenen nitelikler kentin veya kentsel alanın tarihi karakteri ile bu karakteri oluşturan maddi ve tinsel bileşenlerdir, özellikle:
a) Parsel ve sokakların tanımladığı kent dokuları,
b) Binalarla yeşil ve açık alanlar arasındaki ilişkiler,
c) Binaların ölçek, boyut, üslup, yapım tekniği, kullanılan malzemeler, renk ve bezemeler ile tanımlanan biçimleri, iç ve dış görünüşleri,
d) Kent veya kentsel alanın doğal ve insan yapısı çevresi ile arasındaki ilişki; ve
e) Kent veya kentsel alanın zaman içinde yüklendiği değişik işlevler.
Bu özellikleri tehdit eden olumsuz etkenler tarihi kent veya kentsel alanın özgünlüğünü zedeleyebilir.

3. Koruma programının başarısı, kentlilerin katıılımı ve görev almalarıyla mümkün olabilir; bu nedenle halkın katılımı desteklenmelidir. Tarihi kentlerin ve kentsel alanların korunması öncelikle orada yaşayanları ilgilendirir.
4. Tarihi bir kentin veya kentsel alanın korunması sağduyu, sistemli yaklaşım ve disiplin gerektirir. Özel durumlarda çıkabilecek sorunlardan kaçınmak için katı yaklaşımlardan uzak durulmalıdır.

YÖNTEM VE ARAÇLAR

5. Tarihi kent ve kentsel alanların korunması için yapılacak planlama çalışmaları öncesinde disiplinlerarası araştırmalar yürütülmelidir. Koruma planları arkeoloji, tarih, mimarlık, teknikler, sosyoloji ve ekonomi bileşenlerini gözetmelidir. Koruma planının başlıca hedefleri ve bunlara erişmek için yararlanılacak yasal, yönetimsel ve parasal araçlar da açıkça belirtilmelidir.
Koruma planı tarihi kent bölgeleri ile bütün şehir arasında uyumlu bir ilişki sağlamayı hedeflemelidir.
Koruma planı hangi binaların kesinlikle korunacağını, hangilerinin belirli koşullarda korunacağını ve hangilerinin olağanüstü koşullarda feda edilebileceğini belirlemelidir. Herhangibir müdahaleden önce alandaki mevcut durum ayrıntılı olarak belgelenmelidir. Koruma planı tarihi alanda yaşayanlarca desteklenmelidir.
6. Koruma planı kabul edilenceye kadar, yapılması gerekli koruma uygulamaları bu tüzük ile Venedik Tüzüğü’nün ortaya koyduğu ilke ve amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmelidir.
7. Sürekli bakım tarihi bir kentin ve kentsel alanların başarılı olarak korunmasının anahtarıdır.
8. Yeni işlev ve etkinlikler tarihi kent veya kentsel alanın karakteriyle uyumlu olmalıdır. Bu alanların çağdaş yaşama uyarlanması için gerekli teknik servislerin getirilmesi veya iyileştirilmesi işlemleri özenle yapılmalıdır.
9. Konutların iyileştirilmesi korumanın temel hedeflerinden biri olmalıdır.
10. Yeni binalar yapılması gerektiğinde veya eskileri uyarlanırken , mevcut mekansal oluşum saygı görmeli, özellikle ölçek ve parsel boyutuna dikkat edilmelidir. Çevreye uyumlu çağdaş ögeler yöreyi zenginleştirebileceğinden, yeni tasarımlar engellenmemelidir.
11. Kentin veya tarihi alanın geçmişiyle ilgili bilgiler arkeolojik araştırmalarla geliştirilmeli ve kalıntılar uygun biçimde korunmalıdır.
12. Tarihi bir kent veya kentsel alandaki trafik denetlenmeli, park alanları tarihi dokuyu veya çevresini zedelemeyecek şekilde düzenlenmelidir.
13. Kent veya bölge planlarının öngördüğü yeni otoyollar, tarihi kente veya kentsel alana sokulmamalı, fakat tarihi kente ulaşımı kolaylaştırmalıdır.
14. Kültür varlıklarının geleceğini ve içinde yaşayan halkın sağlığını güvenceye almak için tarihi kentler doğal afetler, hava kirliliği ve titreşim gibi zararlı etkenlerden korunmalıdır. Bir tarihi kenti veya kentsel alanı etkileyen doğal afetin cinsi ne olursa olsun, önlemler ve onarım müdahaleleri söz konusu yerin özelliğine göre tasarlanmalıdır.
15. Halkın katılımını sağlamak ve katkıları yüreklendirmek için, okul yaşındaki çocuklardan başlayarak, bütün kentlileri bilgilendiren bir program hazırlanmalıdır.
16. Korumayla ilgili bütün meslekler için uzmanlık eğitimi sunulmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder