28 Aralık 2010 Salı

Beyoğlu, Kentsel Sit Alanı 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planları

Değerli üyemiz; 


Derneğiniz, Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu’nun üyesi olarak diğer semt dernekleri ile birlikte Beyoğlu, Kentsel Sit Alanı 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planları ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyor. 1/5000 planları onaylandığından bu yana platform temsilcileri düzenli toplantılar yapıyor, uzman görüş ve değerlendirmelerine başvuruyor.


Her dernek kendi bölgesinde öne çıkan değişimleri önce-sonra ilüstrasyonları ile kamuoyu bilgilendirmesine hazırlanıyor.

Beyoğlu Koruma Planları maalesef tüm Beyoğlu’nda ciddi sorunlar yaratacak niteliktedir. Tünel’de bulunan Doğan Apartmanı önü, Ayaspaşa’da Namuk Kemal İlkoğretim Okulu önü, Gümüşsuyu’nda eski Maksim Gazinosu, Cihangir’de Ege ve Roma Bahçesi’nin yapılanmaya açılması vs. öne çıkan noktalardır. Ancak tüm bu noktalar dışında sizi, sokağınızı, mahallenizi ilgilendiren çeşitli müdahaleler, değişiklikler de söz konusudur.

İstanbul’un terası Roma Bahçesi için önce-sonra çalışması örnek olarak ele alındı; Roma bahçesinin girişi ve üst platformu belediye sosyal tesisi olarak imara açılıyor. Yeşil alan kullanıma kapatılıyor. Bu endişelendirici durum sadece Cihangirlilerin değil İstanbulluların konuyu tartışması gerektiğini işaret ediyor. 




Koruma planları ile ilgili mevcut durum ne? 


1. Mimarlar Odası 1/5000 Koruma planlarının iptali ile ilgili davacı oldu ve dava devam ediyor.
2. Anıtlar Kurulu dava süreci devam ettiği halde 1/1000 ölçekli planları -bazı değişikliklerle- onaylayıp Belediye Meclisine gönderdi.
3. Beyoğlu Belediyesi’nden alınan bilgiye göre 2010 Aralık son hafta – 2011 Ocak ilk hafta
--------
Beyoğlu Belediyesi’nde planlar askıya çıkacak ve 30 gün asılı kalacak.
4. Bu süre zarfında yazılı itirazlar yapılabilecek ve/veya dava açılabilecek.


Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu, katılımcı üyeleri ile nasıl hareket edecek? 

1. Öncelikle Beyoğlu’nda yaşayanları yakından ilgilendirecek planlar hakkında bilgilenme-tartışma-değerlendirme toplantılarının yapılması, semtlilerin katılımını destekleyen bilgi taşıcı el ilanı-broşür- bülten hazırlanması,
2. Mimar, şehir planlamacı, hukukçu, yerel yönetim alanında uzman kişi ve kuruluşlarının görüşlerinin alınması,
3. Planlar askıya çıkınca gerekli tespitlerin yapılması ve itiraz dilekçelerinin verilmesi,
4. Kültür Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı makamlarına dilekçe yazılması,
5. Hukuki süresinde gerekli dava veya davaların açılması (birlikte veya ayrı-ayrı) olarak sıralandı.

Birlikte ne yapabilirsiniz? 

1. Derneğinizle iletişime geçerek, plana onlarla birlikte bakabilirsiniz. İlgilendiğiniz, bildiğiniz tanıdığınız bina ve sokağın plandaki durumunu birlikte inceleyebilirsiniz.
2. Düzenlenecek bilgi paylaşım toplantıları ile birlikte hareket edebilmeyi deneyimleyebiliriz

Ya da siz ne yapabilirsiniz?

Saygılarımızla, 
Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu 
beyoglukorumaplani@googlegroups.com 
Ayazpaşa Derneği 
Beyoğlu Güzelleştirme Derneği 
Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği 
Cihangir Güzelleştirme Derneği 
Galata Derneği 

BİLGİ NOTU:
KORUMA AMAÇLI İMAR PLANI NEDİR ?

Hızla değişen yaşam koşulları, hızlı kentleşme, nüfus artışı, sanayileşme ve teknik gelişmelerle doğal ve kültürel varlıkların yok olmadan korunması, bakımı ve günümüz yaşamı ile bütünleştirilerek kullanılabilmesi amacı ile yapılan plandır.

PLANLAR NASIL ONAYLANIR ? 

Belediye ve mücavir alan sınırları içinde; belediye meclislerince aynen veya değiştirilerek onaylanıp yürürlüğe giren imar planları Belediye başkanınca mühürlenir ve imzalanır.

Belediye ve mücavir alan sınırları dışında; il idare kurullarınca karar verilen imar planları valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer.

Onaylanmış planlar; onay tarihinden itibaren ilgili idarece herkesin görebileceği şekilde ilan yerlerinde asılmak ve nerede nasıl görülebileceği mahalli haberleşme araçları ile duyurulmak suretiyle 30 gün süre ile ilan edilir. 30 günlük ilan süresi içinde planlara itiraz - dava açma ilgili idare nezdinde yapılır.

Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan yerlerde; belediye başkanlığınca Belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planlar, belediye meclisince 15 gün içinde incelenerek gerekçeleri de belirtilmek suretiyle kesin karara bağlanır ve karar tarihinden itibaren 15 gün içinde belediye başkanlığınca ilgilisine yazı ile bildirilir. 

Yaratıcı düşüncenin kültürel mirasın korunmasındaki rolü ne olabilir?

Yazan: Korhan Gümüş Tarih: 24 Aralık 2010

Koruma ile yaratıcılık kavramlarının profesyonel dünyayı bir bakıma ters yönde etkileyen bir pozisyonda oldukları söylenebilir. Bu gerilimin nedenleri ne olabilir? İlk cevap olarak belki de profesyonel dünyanın etkili bir bölümünün, özellikle kamusal nitelikli uygulamalarda, henüz kültürel inşa problematiğinin dışına çıkmadığının bir göstergesi olduğu söylenebilir. Entellektüel üretimin çoğulculuğa, yaratıcılığa imkan tanıyan, disiplinler ve aktörler arasında arayüzler oluşturması gereken kamusal bir alanda değil, disipliner bir temsil alanında gerçekleştiğini gösterir. Kültür mirasının başarılı bir şekilde korunduğu kentlerde bu tür bir gerilime pek rastlanmaz.

Neden zaman zaman uzmanlar kapalı uçlu kamusal süreçleri tercih ederler? Bu sorunu yalnızca düşünsel (zihinsel) bir durum olarak okumak yerine, kamusal mekanizmalar, pratikler üzerinden tartışmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Örneğin kamusal bir programın, fizibilitenin oluşturulma süreci, teknik şartnamelerin hazırlanış yöntemi, uzmanların, yaratıcı insanların ve diğer aktörlerin, ilgi gruplarının katılım biçimi üzerinden okumak. Kamusal projelerde entelektüel arayüzleri oluşturuması beklenen uzmanlık gruplarının ancak nihai aşamada, üçüncü taraf olarak, piyasa aktörleri ile aynı aşamada, hatta onlardan sonra kamusal süreçlere katılması bu okuma çabası açısından önemli ipuçları sunduğu kanaatindeyim. Bir kaç örnekle söylemek istediğimi anlatmaya çalışayım.

İstanbul'un Karasurları Projesi
İstanbul'un Karasurları ile ilgili olarak yapılan bir araştırma-proje ihalesi şartnamesinde dikkatimi çeken şey şu olmuştu. Gerçekleştirilecek çalışmanın yeri tanımlandıktan sonra yükseklik ve uzunluk olarak surlar tanımlanıyor ve kamu araştırma/projelendirme işini en düşük fiyatı veren kuruluştan elde etmeye çalışıyordu. Peki ne yapılacağını önceden şartnameyi hazırlayan kamu tarafı nereden biliyordu? Surların yalnızca mühendislik bilgisine dahi bir çok açıdan yaklaşılabilir. Diyelim ki her bir parçayı ayrı bir statik modelleme ile ayrı olarak (bir Gaudi yapısı gibi) inceleyebilir ve ona göre bir müdahale biçimi önerebilir. Bir başkası surlardaki çatlakları analiz ederek aralarındaki ilişkiyi düzenleyecek farklı bir öneri getirebilir. Başka bir araştırmacı da hatıl vazifesi gören kiremit dokunun higroskopik değişkenler karşısındaki elastisitesini inceleyebilir ve ona göre bir model geliştirebilir. Görüldüğü gibi yalnızca mühendislikle ilgili çalışmaları bile tek bir boyuta indirgeme imkanı bulunmuyor. Bir de düşünün daha kapsayıcı, bölgede yaşayan insanları, istihdam koşulları, üretim özellikleri, v.s. ile ilgili bir araştırma ve planlama, projelendirme süreci için yapılması gerekenleri. Demek ki bu tür şartnameleri hazırlayan bürokratlar, proje yapan korumacı mimarlar ve denetleyici kurumlar arasında işin daha başında bir ortak (ve örtük) bir kabul var: Restorasyon projesinin esası kültür varlığını "aslına uygun" hale getirmeye çalışır. Rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri bu silsile içinde hazırlanır. İşleri kolaylaştıran, ölçülebilir hale getiren bu indirgeyici mantığı kavradığınızda, bugüne kadar surların neden sürekli yeniden inşa edilmeye çalışıldığını, neden çok katmanlı bir belge olarak korunamadığını daha iyi anlıyorsunuz. Diyeceksiniz ki surlar için böyle de, diğer restorasyon işlerinde durum farklı mı?

Güya ölçülebilir bir özellik taşıyan ihale sistemi ve işin şartnamedeki tanımlanış biçimi yaratıcı çalışmalar için daha baştan bir öldürücü tuzak değil midir? Yaratıcı bilgi, araştırma çimento veya kereste satın alır gibi kiloyla, uzunlukla ölçülerek satın alınabilir mi?

Kentsel Dönüşüm Projeleri
Uzun bir süre kapalı kapılar ardında yapılan toplantılardan sonra ilk defa yetkililer İstanbul'un tarihi kent merkezinde başlatılan "kentsel yenileme" projeleri için bir açıklama yapacaklar. Heyecanla yerimizi almış, basın toplantısını dinliyoruz: "İlk etapta bölgede üçyüzelli bina yenilenecek. Çok büyük şirketler var, bu işi yapmaya talip olan. Bir tanesinde karar kıldık..." Peki ne yapılacak? Şirket ne yapılacağını nasıl bilecek? Ne yapılması gerektiğini kim önceden bilebilir? Semt boş bir arsa değil ki yalnızca inşaat yapılsın? Bölgedeki binalar gözden geçirilip, burada yaşayan halkın yaşam kalitesini geliştirmek için proje teklifleri mi hazırlanacak? Çeşitli nedenlerle istihdam dışı kalmış olan insanlar için bir program mı yürütülecek? Gençlerin eğitim koşullarının iyileştirilmesi için bir çalışma mı başlatılacak? Yenileme projesinin neleri içerdiğini anlamaya çalışıyorum. Kentsel dönüşüm ya da yenileme projesinin hangi yöntemle elde edildiğini soruyorum. Neden bu iş için önce bir proje yarışması yapılmasın? Bunu söylediğim anda sunumu yapan yöneticinin bir anda suratı ekşiyor ve sanki çok münasebetsiz bir şey söylemişim gibi bana dönüp "ne proje yarışması" diyor. Kısa bir sessizlikten ve yutkunduktan sonra konuşmasına kaldığı yerden, sanki beni azarlar gibi devam ediyor: "Şirket kendi projesini elbette ki kendisi çizecek. Yok öyle şey. Bir de proje için iki-üç sene mi bekleyeceğiz? Ayrıca kim daha iyi çizebilir? Belediye mi? Siz bu çaptaki bir projeyi belediyede yapmaya kalkışın da bir görün. Yapacağı işleri şirket daha iyi biliyor, kamudan çok daha iyi çalışıyor. Zaten yatırımcı olmadan proje ne işe yarar?"

Kentsel dönüşüm projelerini savunan kişilere bakarsanız sürecin başka türlü gerçekleşmesi mümkün değil. Başka türlü olmasının imkanı yok. Benim kafam ise iyice karışıyor. Yenileme projesinin nasıl olacağına, neleri amaçlayacağına şirket nasıl karar veriyor? Uygulayacağı program ve projeleri değerlendirmeye sunup, işi öyle mi üstleniyorlar? Şaşıracaksınız ama sözleşme imzalandığında ortada henüz program, proje yok. "Yenileme Alanı" ilan edilen yer için kamu kendisine göre "en iyi teklifi veren" şirketle (yani paylaşım oranı üzerinden) bir sözleşme imzalıyor. Kendisine de peşin olarak "teminat" ödenmesini sağlıyor. Proje çalışmaları ondan sonra başlıyor. Dikkat ederseniz bu yöntem mülk sahipleri ile yapsatçı müteahhitlerin kat karşılığı anlaşmasına tıpa tıp benziyor. Sözleşme devreye girdiği anda projenin finansmanı için satışlar başlıyor, başka yatırımcılar da devreye giriyor. Böylece daha önce bürokratik bir yöntemle ve yasaklarla korunmaya çalışılan tarihi kent merkezi katılıma açılıyor. Sonra mimarlar, plancılar devreye giriyor. Onlar da şirketten iş alıyorlar. Eğer onlara bölgede yaşayan, çalışan insanlar ile proje arasında nasıl bir ilişki kuruluyor diye sorarsanız aynı cevabı alıyorsunuz. "Bizim mimar olarak öyle bir sorumluluğumuz yok! Biz işveren olarak müşterimiz olan şirkete muhatabız." Görüldüğü gibi bu kentsel yenileme modelinde kamusal karar süreçlerinin bir parçası olması gereken fizibilite, planlama, projelendirme kararlarını ve katılım sorumluluğunu yönetimler şirketlere devrediyorlar. Soru şu: Kent yaşamı yalnızca çıkarlarla yönlendirilen, yaratıcılık ve fikir gerektirmeyen bir süreç olarak tanımlanabilir mi? Kentin böylesine bir mantıkla dönüştürülmeye çalışılmasının sonuçlarının ne olacağını tasavvur edebiliyor muyuz?

Farklı Bir Kentsel Dönüşüm Modeli İçin Hemen Yanıbaşımızda Duran Bir Örnek Var
Demokratik bir kamu düzeninde karar süreçlerinin ve fikir üretiminin kamusal bir nitelikte ve katılımcı olması gerekmez mi? Kentin yenilenmesi ile ilgili kararların, projelerin, hizmetlerin yalnızca yatırımcı perspektifi ile elde edilmesi mümkün müdür? Başka bir dönüşüm modeli yok mu? Bu sorulara cevap vermek için Avrupa'daki birçok yenilikçi ve katılımcı kentsel dönüşüm deneyimini örnek göstermek mümkün. Ancak çok uzağa gitmeye gerek yok. Fatih Belediyesi, Avrupa Komisyonu ve UNESCO tarafından desteklenen Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi de AB standartlarındaki uygulamalara bir örnek oluşturuyor. 2008 yılında tamamlanan proje insanları yerinden etmeyen, sosyal amaçlar içeren, yani dar bir açıdan kentsel dönüşümü tanımlamayan bir şehircilik deneyimiydi. Hemen yanı başımızda gerçekleşen bu pilot çalışmanın farklı bir dönüşüm modelini tartışmak için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Eğer uygulanan yönteme bakarsak, projenin fizibilite aşaması kamusal bir duruma tekabül ediyordu. Yani bu aşama AB standartlarına uygun olarak stratejik aktörler, merkezi otorite, belediye, STK'lar tarafından yönlendirildi, bir uzmanlar grubu tarafından icra edildi. Fizibilite aşamasında katılım koşullarının çerçevesi hazırlandıktan sonra, yönlendirici grupla birlikte bu işe uygun aktörlere proje teklif çağrısı yapıldı. Bu çağrı ile projeyi üstlenecek deneyimli uzman gruplar ve STK'lar harekete geçirildi. Seçilen proje grubu hizmet üretecek aktörler ile arayüz oluşturdu. Projeler elde edildikten sonra hizmet üretimi için ihale ile uygulamayı yapacak müteahhitler davet edildi. Proje hedefleri doğrultusunda semtte oluşturulan proje bürosu uygulamayı şeffaf bir biçimde yönetti ve denetledi. Katılımcı, normlara uygun bir karar-fizibilite süreci, uluslar arası bir yarışma, yerel iş gücünü harekete geçiren uygulama ihalesi... Her şey tamamdı. Eksik olan neydi? Fener Balat Rehabilitasyon Projesi nerede ve neden tıkandı? Onu da söyleyelim: Projenin uygulama safhasında yerel otorite değişti ve projeyi sahiplenmedi. Kent yönetimlerinin sahiplenmediği bu proje "politika yoksunluğu" nedeniyle sürdürülebilir olamadı. Savunucuları, talep sahipleri de zannedersem ortalıkta yoktu.

Demek ki STK'ların, bağımsız uzmanlık kuruluşlarının kamusal süreçlerin katılımcı ve açık uçlu nasıl olabileceğini örneklerle göstermesi gerekli. Kentte soylulaştırma biçiminde gerçekleşen değişimin koşullarının, piyasa ilişkilerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak değil de değişik türdeki aktörlerin mekana müdahale biçimi ile ilgili olduğunu varsayarsak; müteahhitlerin, yatırımcıların, kar amaçlı girişimcilerin yaptığını neden bağımsız aktörler de halkla birlikte kentsel dönüşüm politikalarını etkileyerek, kendi bildikleri yöntemlerle yapmasınlar? Bu dönüşüme farklı yöntemlerle müdahale etmesinler? Mülkleri dokunulabilir hale gelen kentliler ile yenilikçi deneyimlere susayan uzmanların ittifakının bu durumu kökten değiştirebileceğini düşünüyorum. Bugün kentsel dönüşüm politikalarını yenilemek bir "Rübik Küpü"ne benzetilebilir: İktidar onu bildiği yöntemlerle tek yönlü olarak da çevirebilir ve biz de mücadele ederek onu durdurmaya çalışabiliriz. Ya da aynı eksende kullanmak dışında, yaratıcılığa açarak, çoğulcu ve ilişkisel bir yönde de çevirmeyi deneyebiliriz. Bence bugün bu imkanı denemeye değer!


Sonuç Olarak: Yeni Kamu Fikrinin Oluşmasında Yaratıcı Düşüncenin Rolü
Yaratıcı düşünce, tarihselciliğin karşısındaki yenilikçi bir tarz veya yeni form arayışı değil, yönetimlerde kamusal niteliğin gerçekleşmesini sağlayan, simgesel uğraşları topluluklarla ilişkilendiren, anonimlik karşısında öznellikleri açığa çıkaran, kritik, sorgulayıcı, farkındalık içeren ve çoğulculuğu gündeme getiren zorunlu bir demokratik koşuldur. Simgesel sınırların içindeki her türlü kesinlik inşa süreci, her kapalı uçlu kamusal davranış biçimi topluluklar karşısında kendisini gizleyen tikel bir içeriğin hegemonyası altındadır. Kamusal mekanizmaların demokratikleştirilmesi, bir siyasal proje, ya da bir tercih gibi radikal bir dönüşümden değil, yaratıcı faaliyetleri çoğulcu katılıma açan, kritik bir ortamda farklı zihinsel haritalar arasında modern bir ilişki kurmaktan geçiyor.

Başka bir deyişle eski kamu fikrinin bir somutlaşma biçimi olan araçsallaştırılmış ve kentten ayrıştırılmış kamusal alanların mekan düzenlerinin demokratik bir biçimde ve kente dair perspektife nasıl dönüştürüleceği sorunu bugünkü ‘kentsel koruma' fikrinin ana sorunsalını oluşturuyor. Dolayısı ile işlevini yitirmiş olan kamusal alanların yeniden kente kazandırılması için ‘amaçları yeniden tanımlayacak' kamusal öznenin de yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Çünkü bu kamusal alanların sahipleri eski kamusal işlevlerinin de sahipleri. Başka bir deyişle geçmişteki kamusal işlevleri yerine getirmek için oluşturulmuş bulunan resmi kurumlar. Bu kurumların çok doğal olarak kente dair yeni ve ‘çok boyutlu' bir kamusallık kavramı geliştirmeleri mümkün değil. Bu nedenle bu kamusal alanları kendi perspektiflerinden tanımlamaya çalışıyorlar. Karşımıza genellikle özelleştirme gibi kamusal kullanımın da nihayetlendirilmesini amaçlayan kararların ortaya çıkmasının nedeni bu. Eski kamu fikrinin bir devamı olmasına rağmen biz de özelleştirmeyi bir değişim gibi algılıyoruz. Çoğunlukla ya bu kamu alanını dar bir perspektiften yorumlamaya çalışan projeleri tartışıyoruz. Bu tartışmalarda dile gelmeyen sorun ise bu dönüşümü hangi kamusal öznenin, hangi yöntemlerle gerçekleştirdiği. Oysa bu tür alanların yeni kamusal işlevlere açılmaları, politikayı da köklü bir değişikliğe uğratacak olan bir ‘ağ sistemi' içinde yeniden örgütlenen bir kamusallık biçimini gerektiriyor. Devraldığımız kamusallık biçimi ise profesyonellerin kentle ilişkisinde ayrışmış, hatta kentle artık bir ilişkisi kalmamış bir işleve denk düşüyor. İstanbul gibi kentlerin yaşadığı bu sorun öncelikle profesyonelliğin nerede ve nasıl devreye girmesi gerektiğini tartışmayı gerektiriyor.

Kamusal yarar kavramının tek bir önceliğe ve iktidar aracılığıyla bir imtiyaz arayışına dönüştüğü teknokratik modelin iflas ettiği, felç olduğu küreselleşme çağında, bilginin hala amaçlarını gerçekleştirebilmek için daha yaratıcı, çoğulcu, uygulama ile ilişkili, çözüm için yol gösterici, hatta kamusal niteliğin gelişmesini gözetici, sorumluluk üstlenici bir rol oynayabileceğini ve sorunlarla baş etmenin yöntemlerini sağlayacağı varsayılabilir.

Bu alandaki sorunların temelinde siyasal tercihlere bağlı olmaktan çok daha fazla olarak deneyim eksikliğinin olduğu da bu varsayıma eklenebilir. Bir bakıma kültür mirasının korunmasında kamusal niteliği geliştirmek için bu teknokratik/popülist yönetim modelinin dayattığı katılım modelini dönüştürmenin gerekli olduğu söylenebilir. Resmiyetçi ve piyasacı modellerin dışında yeni deneyimlere doğru arayışların gerçekleştirilmesi zorunlu. Kültür inşası problematiğinin dışına çıkılması, koruma uygulamalarının kapalı uçlu süreçlerle yönetilmesi yerine ve yaratıcılığa, çoğulculuğa açılmasını gerektiriyor. Koruma fikrinin geçen yüzyıldaki gibi kapalı dünyaya izole edilmesi ve yaratıcılıktan uzak tutulması kültür mirası için savaşlardan, depremlerden daha büyük bir tehdit oluşturuyor...

Sonuçta İstanbul'da kültürel miras alanlarının korunması için koruma politikalarının ve araçlarının yeniden gözden geçirilmesi, Marmaray projesi gibi büyük ulaşım projelerinin, kentsel dönüşüm projelerinin, anıtların ve surların restorasyonu, endüstriyel mirasın yeniden işlevlendirilmesi... gibi konuların, bugüne kadar ayrı disipliner alanlarda yürütülen çalışmaları ilişkisel bir modele taşıyacak deneyimlere taşınması, kısacası güncellenmesi gerekiyor.

Yenilikçi deneyimlerin, arayışların lafta kalmaması, desteklenmesi için kamusal politikaların yerel ölçekte güncellenmesini sağlayacak, yaratıcı çalışmaları öne çıkaracak, sektörler arası çalışan bir yapılanmaların gelişmesini sağlayacak kurumlaşmaları ve mekanizmaları tartışmaya açmanın zorunlu olduğunu düşünüyorum. Ama bu aşamada bütün aktörler için yeni bir öğrenme süreci nasıl geliştirilebilir diye sormak belki daha doğru olacak.